İLİMİZİN BAŞLICA ÇEVRE
SORUNLARI–1
Her şehirde
olduğu gibi ilimizde de çeşitli çevre sorunları yaşanmaktadır. Bu yazımızda,
ilimizin önemli çevre sorunlarını, küçük başlıklar halinde ele alacağız.
Su Kirliliği: Su kirliliği denilince
ilk akla gelen Eber Gölü’dür. Bu göldeki kirlenme, uzun yıllardan beri
bilinmekte olup, ünü ilimiz sınırları dışına çıkmıştır. Eber gölü’nü
Afyonkarahisar şehir merkezinin ev ve sanayi atık suları ile yakınındaki bazı
fabrika ve yerleşimlerin atık suları kirletmektedir. Karamık Sazlığı da
yıllardan beri, yakınındaki SEKA Kâğıt Fabrikası’nın atıklarıyla kirlenmiştir.
Günümüzde fabrika çalışır durumda olmadığından, bu tehdit ortadan kalkmıştır.
Yine Afyonkarahisar Ovası’na hayat veren Akarçay da şehir merkezi ve çevredeki
yerleşimlerin atık sularıyla kirlenmektedir. Halkımızın kısaca “Akar” dediği
Akarçay’ı temizlemek amacıyla, doğal arıtma sistemleri kurulmakta ve şehre
yakın kısımlarda üzeri kapatılmaktadır.
Hava Kirliliği: Şehir merkezinin hava dolaşımına açık
olmaması ve giderek büyümesi nedeniyle, hava kirliliği kaçınılmaz olmaktadır.
İlimiz birinci derecede hava kirliliği yaşanan şehirlerdendir. Kalitesiz yakıt
kullanımı ve şehirlerarası yol trafiği, bu kirliliğin ana nedenidir. Birkaç
yıldır yakıt denetimleri artırılmıştır. Doğal gaza geçişle beraber, hava
kirliliği önemli ölçüde azalacaktır.
Katı Atıklar: İlimizde çevreyi kirleten katı
atıkların başında mermer atıkları gelmektedir. İl merkezi ve İscehisar’da 550’ den fazla mermer
işletmesi vardır. Atıklar için depolama alanları belirlenmiş ise de zaman
zaman, gelişigüzel dökümlere rastlanılıyor. Diğer bir katı atık grubu da evsel
atıklardır. Belediyelerin düzenli katı atık depolama tesisinin olmaması
nedeniyle bu atıklar kirliliğe yol açıyor. İlimiz katı atıklar konusunda beş
bölgeye ayrılmıştır. Buralara depolama tesisleri kurulduğunda çöp sorunu
ortadan kalkacaktır.
Kaynak: İl Çevre
ve Orman Müdürlüğü web sitesi
İLİMİZİN BAŞLICA ÇEVRE SORUNLARI–2
Tavuk Çiftlikleri Ve Besihaneler: Afyonkarahisar’da beş milyon kadar
tavuk yetiştirilmektedir. Yine ilimiz büyükbaş hayvan yetiştirmede ilk
sıralardadır. Hayvan barınaklarının zamanla şehrin içinde kalması nedeniyle
koku ve karasinek sorunu ortaya çıkıyor. Özellikle yaz aylarında kokuşma
artmakta ve bu koku dayanılmaz olmaktadır. Bu konu sık sık gündeme geliyor ve
besihane sahipleriyle yetkililer arasında tartışmalara yol açıyor. Valimizin bu
konuda: “ Şehirde yaşamak kolay değildir, bunun bir bedeli vardır.” sözleri
manidardır. Özellikle Uydukent civarında yoğunlaşan bu çiftlikler bir gün
mutlaka şehir dışına taşınacaktır.
Karasinek: Tavuk çiftliklerine bağlı
olarak ortaya çıkan önemli bir çevre sorunu da karasineklerin aşırı
çoğalmasıdır. Buralarda çoğalan karasinekler şehre hücum ediyor. Özellikle
piknik alanlarına kâbus gibi çöküyorlar. Bu yıl Turgut Özal Parkı’na piknik
için gidenler, eminim “ benim gibi” tat alamamış ve apar topar dönmüştür. Yine
sonbaharda havalar soğuyunca, sinekler bu sefer soğuktan kırılmamak için evlere
dadanıyor. Bereket ilk kar yağdı da sinek sorunu şimdilik kapandı. Karasinek
için yaz aylarında ilaçlama yapılıyor ve denetimler artırılıyor.
Tıbbi Atıklar: İlimizde günde yaklaşık
70 torba (394 kg .)
tıbbi atık oluşmakta ve 16 sağlık kuruluşu, tıbbi atıklarını ayrı
toplamaktadır. Bilindiği gibi tıbbi atıklarda tehlikeli bulaşıcı hastalıklar ve
ilaç kalıntıları olabilir. Bu atıklar toplanırken zaman zaman evsel atıklara
karışabilmektedir. Düzenli katı atık bertaraf tesisleri kurulduğunda, bu sorun
ortadan kalkacaktır.
Bunlardan başka,
yaz aylarında yoğunlaşan anız yakma da önemlidir. Anız yakma ile birçok canlı
türü yok oluyor. Orman yangınlarına da sebep oluyor. Yine kaçak avcılık da
doğal hayatı tehdit eden unsurlardandır.
Kaynak: İl Çevre Ve
Orman Müdürlüğü web sitesi.
KARAHİSAR KALESİ
Geçen hafta,
“yedi yıl Afyonkarahisar’da kalma” ihtimalini göze alarak, kaleye çıktım.
Ünlü gezginimiz Evliya Çelebi de 350 yıl kadar önce, “eteklerini beline
dolayarak” kalemize çıkmıştır. Merdivenler yukarı doğru çıktıkça daralıyor,
bazen tamamen ana kayaya oyulmuş basamaklardan oluşuyordu.
Müze çalışanları
kalede, Hititlere ait bir sur parçası tespit etmişlerdir. Bu herhalde, restore
edilen kısımların aralarında kalan, eski siyah sur parçalarından biridir.
Yukarılara doğru
tırmanırken, güney yamaçlarda olduğu söylenen, Frig kaya mihraplarını görmeye
çalışıyordum. Frigler bunları, sarp kayalardan çıktığına inandıkları, biricik
dağ-anaları Kybele için yapmışlardı. Bunlardan “basamaklı sunak” adı verileni,
giriş kapısından biraz aşağıdaydı. İki tanesini de zirvede gördüm.
Çıkış yolunda ve
tepede en çok göze çarpan bitki, mor çiçekler açan bir sümbül çeşidiydi. Yine
kayalar üzerine serpiştirilmiş gibi görünen damkorukları da yaygındı. Çitlembik
ağaçları, yüzlerce dileğe tercümanlık yapmaktadır. Karatavukgillerden bir kuş
türünün güzel ötüşünü sürekli duyuyordum.
Taşlıdere sırtlarından Karahisar Kalesi'nin görünümü. (14 Haziran 2008).
Taşlıdere sırtlarından Karahisar Kalesi'nin görünümü. (14 Haziran 2008).
Gezgin evliyamız, zirvede “küçük ama sanatlı” bir mescit görmüştür. İçi
çinilerle süslü bu eseri, Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat
yaptırmıştır. Yeri, güneye bakan en yüksek nokta olarak belirtilen bu mescidi,
aradan geçen yüzyıllar ortadan kaldırmıştı. Burada üzeri otlarla kaplı, belli
belirsiz bir enkaz vardı.
Tepeden tüm
şehir bir minyatür gibi görünüyordu. Yollar, okullar, camiler, otogar bu
minyatürün birer parçasıydı. Altıntaş, Seyitgazi ve Konya’ya doğru,
alabildiğine bir yeşillik uzanıyordu. Sultandağları’nın karını, İscehisar’ın
mermer ocaklarını, bir beyazlık halinde Seydiler ve peribacalarını gördüm.
Evliya Çelebi’den daha şanslı olarak, bu sıralar ilimizde bulunan gösteri
uçaklarının provalarını da seyrettim.
Şanlıurfa ve Birecik kalelerine çıktım. Gaziantep Kalesi’ni, Adana’nın
Toprakkale’sini, İzmir’in Kadifekale’sini gördüm. Hiçbiri Karahisar kadar
heybetli değildi.
Yazımızın
sonunda, henüz çıkma fırsatı bulamamış olanlara, bayrak şairi Arif Nihat
ASYA’nın, kalemiz için yazdığı şu dizeleriyle çağrıda bulunalım:
Düzlükte, gelip geçse de yol, Afyon’dan,
Ey yolcu, görünmez Afyon, istasyondan.
Şayet vaktin olursa tırman kaleye,
Bak Afyon’a, gökyüzünde bir balkondan.
KARAKUYU GÖLÜ
Afyonkarahisar’ın önemli sulak alanlarından biri de Karakuyu
Gölü’dür. Dinar ilçemizde olup, Büyük Menderes Nehri’nin membaındadır. Dinar
kavşağından 10 km. güneydedir. Göl, 1990 yılında DSİ tarafından, buradaki
kaynak sularının birleştirilmesiyle oluşturulmuş bir gölettir. 1840 hektarlık
bir alanı kaplar.
Gölün tamamı saz, hasırotu ve nilüfer
gibi bitkilerce kaplı olup kuşların yuvalanmasına uygundur. Kaynak sularının
bol ve sürekli olmasından dolayı kışın donmaz. Bu yüzden kuşlar için yaz kış
barınma ortamı oluşturur.
Karakuyu Gölü Göller Bölgesi’ndedir. Eğirdir,
Burdur ve Işıklı göllerinin ortasında yer alır. Kuş göç yolları üzerinde
bulunur. Çok çeşitli kuş türlerine ev sahipliği yapar. Gölde 173 çeşit kuş
tespit edilmiştir. Bunların bir kısmı yerli, bazıları kış göçmeni, bazıları da
sadece sonbaharda göç sırasında uğrayan türlerdir. Nesli tehlikede olan
dikkuyruk ve diğer ördek türleri, turna, meke, sutavuğu gibi sucul kuşlar için
güvenli bir sığınaktır. Göç zamanında leylek, balıkçıl, söğüt bülbülü, flamingo
gibi kuşlar göle uğrar.
Böyle zengin bir sulak alan, sadece kuşlar
için değil; su kaplumbağaları, su yılanları, ova kurbağası, tatlısu yengeci,
kız böcekleri, dalıcı böcekler gibi pek çok sucul canlı türü için de yaşam
kaynağıdır. Su yüzeyini kaplayan ve beyaz çiçek açan nilüferler görülmeye
değerdir.
Göl, 1994 yılında Yaban Hayatı Koruma
sahası olarak belirlenmiştir. Aynı zamanda 1. Derece Doğal Sit Alanı
statüsündedir. Göl ve çevresindeki 300 metrelik koruma şeridindeki sahada balık
ve kuş avlamak yasaktır. Jandarma tarafından, kaçak avcılığı önlemek amacıyla
denetimler yapılmaktadır. Gölün çevresinden turba toprağı alınması doğal yapıya
zarar vermektedir.
Kaynak:
İl Çevre Ve Orman Müdürlüğü web sitesi.
HORMONLU GIDALAR
Kış soğuklarıyla
birlikte, Semt Pazarı’na köylüler gelmez oldu. Yazın, “Gel guzum bi bak!” diyen
teyzelerimizin yerleri boş. Çünkü onların İsmailköy’den, Sarık’tan,
Değirmenayvalı’dan getirdiği doğal sebze ve meyveler artık kalmadı. Tezgâhları
ise seralarda yetiştirilen ürünler dolduruyor. Parlaklıkta, irilikte yarışan bu
ürünler acaba ne kadar sağlıklı?
Bir bitkinin
ekiminden hasadına kadar çeşitli aşamalarda ilaçlar kullanılıyor. Turunçgiller
mevsiminden önce karpitle sarartılmaktadır. Üzümlerin salkım uzatan hormonu
ayrı, tane irileştirici hormonu ayrıdır. Patlıcan hiç bu kadar parlak
olmamıştır. Salatalıklar pürüzsüz ve parlak, greyfurtlar kavunla yarışırcasına
iridir. Bunların bir kısmı genetik çalışmaların ürünü olmakla beraber
hormonların etkisi de büyüktür. Salatalık, domates, patlıcan gibi sebzelerin
yazınki tadını alamıyorsak bunun nedeni hormonlardır.
Kimyasal
maddelerin bu kadar yaygın kullanımı sağlık açısından tehlikelidir. Bir elmanın
kabuğunu soyarak bunlardan kurtulamayız. Çünkü hormon benzeri maddeler meyvenin
dokularına yerleşerek onu büyütmektedir. Bunlar vücudumuzda, karaciğer başta
olmak üzere çeşitli organlarda birikirler. Eskiden daha uzun olan insan ömrü
azalmaya başlamışsa, bunun bir nedeni de kimyasal maddelerdir. Köylerimizde
bile 80- 90 yıl yaşayan ihtiyarlarımız azalmıştır.
Son yıllarda
seralarda doğal tozlaşmayı sağlamak amacıyla Bombus cinsi arılar kullanılmaya
başlanmıştır. Balarısından daha iri ve tüylü olan Bombus’ların tozlaştırma
yetenekleri de kuvvetlidir. Pazarda bazı domateslerin üzerinde gördüğümüz, sarı
renkli arı ambleminin nedeni budur. Batıda ilaçsız, hormonsuz ürünler ayrı ve
daha pahalı satılmaktadır. Tercih tüketicinindir.
Geçtiğimiz hafta,
hormon kullanımının yasaklanacağına dair haberler duyduk. Kullananlar hakkında
ciddi para cezaları öngörülüyor. Bu gerçekleşirse pazardan aldığımız sebze ve
meyveleri daha güvenle yiyeceğiz. Gübresiz, hormonsuz, ilaçsız gıdalar yemek
dileğiyle…
İLİMİZDEN ÇEVRE GÖZLEMLERİ
Yeşil Bahçeli Okul: Okulları yeşillendirmek kolay değildir.
Özellikle ilköğretim okullarının bahçeleri, çocukların biricik oyun
sahalarıdır. Büyük umutlarla dikilen fidanlar, ikinci baharı göremeden top
darbeleriyle kurur gider. Çocuğun bastığı yerde ot bitmez, denilse yeridir.
Kurtuluş Caddesi’ndeki Endüstri Meslek Lisesi ise bunu aşmış. Ön bahçedeki
yetişmiş büyük ağaçlar, okula koruluk havası veriyor. Okulun bütün ön
duvarlarını kaplayan ve hayranlık uyandıran sarmaşıklar ise büyük bir emeğin
ürünü. E.M.L. adeta orman içinde büyülü bir şato gibi. Darısı diğer
okullarımızın başına.
Esnafın Kuş
Sevgisi: Sabahları işe giderken, dükkânların önünde kuşlar için dökülmüş yemler
görüyorum. Uzun Çarşı’nın girişindeki pastacılardan başlayarak çoğu esnaf, (kuş
gribine aldırmadan) kaldırım kenarına susam, ekmek kırıntısı gibi kuşların
sevdiği yiyeceklerden koyuyor. Hele Belediye Çarşısı’nın orada bir amca var ki
kuşlara, sattığı gıdalardan ikram ediyor. Kaldırıma bazen pirinç, bazen bulgur,
kimi zaman da mercimek bırakıyor. Kim bilir belki de bu sevginin temelinde,
küçükken sapanla öldürülmüş serçelerin, hazin hatıraları yatıyordur?
Çamur Banyosu:
Karlar erimeye başlayınca, yollarda minik gölcükler oluştu. Yaya iseniz sizi
kötü bir sürpriz bekliyor olabilir. Sulara aldırmadan hız yapan bazı araçlar,
her an sizi tepenize kadar ıslatabilir. Nitekim geçen gün, Oruçoğlu Çarşısı’nın
orada, bisikletin üzerinde olduğum halde, bir minibüs beni dizlerime kadar
çamura boyadı.
Ekin Kargalarının Dansı: Kışın her
akşamüstü, İzmir İstasyonu civarında, ekin kargalarının dansı başlar. Gündüz,
Beyyazı veya Çayırbağ’ın tarlalarında yayılan yüzlerce karga, saatlerce
gökyüzünde çığlık çığlığa turlar atar. Sayısız karganın, sonsuz mavilikte
savruluşu görülmeye değerdir. Karanlık bastığında, belirli bir hiyerarşiye göre
dallara tünemiş olurlar. Bu dans baharda bitecek. Çünkü kışlamak için
geldikleri ilimizden, yuvalanmak için tekrar Kuzey Anadolu’ya göçecekler.
İLİMİZDEN ÇEVRE GÖZLEMLERİ–2
Albay Reşat’ın Topları:
Şehrimizin mezarlık tarafından girişinde, Albay Reşat ÇİĞİLTEPE heykeli
var. Pek çok kişinin, özellikle yabancıların, bu heykeli Atatürk zannettiğini
duymuşsunuzdur. Şehrin girişindeki bu minik yeşil alan, kısa süre önce yeniden
düzenlendi. Heykelin iki tarafına büyükçe toplar yerleştirildi. Sanki bu
onurlu, büyük komutan intihar etmemiş ve Çiğiltepe’yi Yunan’dan almak için,
topçularına yeniden ateş emri veriyor gibi. Yine parka yerleştirilen hasır
şemsiyeler de ayrı bir güzellik katmış.
Bozkırın Düğünü: Hafta
sonu memlekete giderken, Sandıklı Ovası’nda mola verdim. Ziraatçıların “yabancı
ot” diye hor hakir gördüğü yüzlerce kır çiçeği açmıştı. Papatyalar,
sığırkuyrukları, ballıbabalar, yavşanlar, ebegümeçleri ve ismini ancak
çiftçilerin bildiği bin bir çeşit bitki çiçeklenme yarışındaydı. Morun,
kırmızının, sarının, yeşilin sayısız tonundaki çiçekler; patates, buğday
tarlalarına, yol kenarlarına serpiştirilmiş gibiydi. Hani köylerimizde düğün
olur da gelinlik kızlar kadifenin allı, pullu, yeşilli çeşitlerini giyinirler,
aynen öyle. Bal arıları, Bombus denilen tüylü arılar, kelebekler ve isimsiz
yüzlerce böcek de bu düğünün diğer davetlileri.
Acıgöl’de Son Durum: Son
bir iki yıldır, Acıgöl’ün içinde büyük havuzlar göze çarpıyor. Galiba soda
içeren tuzları çökeltmek için bu havuzlar yapılmış. Havuzlar dışında, neredeyse
hiç su yok gibi görünüyor. Geçen yıllarda Gölün Dazkırı tarafında, az da olsa
kuş sürüleri göze çarpardı. Bu gidişimde hiç kuş göremedim. Herhalde kuşlar
insan aktivitelerinden olumsuz etkilenmiş ve gölün daha sakin kısımlarına
çekilmişler.
İLİMİZDEN ÇEVRE GÖZLEMLERİ–3
Duman
Avcıları: Valiliğimizin girişimleriyle, Afyonkarahisar’da yeni bir uygulama
başlayacak. Hava kirliliğini azaltmayı amaçlayan bu proje kapsamında
halkımızdan gönüllü kişilere, İl Çevre ve Orman Müdürlüğü’nde eğitim verildi.
Artık “fahri duman izleyicisi” ve “duman avcılarımız var. Bu havayı hepimiz
soluduğumuza göre, bu konuda duyarlı olmak ve yetkililere yardımcı olmak, güzel
bir düşünce. Ben duman avcısı olsaydım, şehrin ortasından çıkan ve her yerden
görülen; büyük, beyaz bir dumanı ihbar ederdim.
Balgamlı
Yokuş: Başlıktan da anlaşılacağı üzere, konu biraz iğrenç. Ne yazık ki,
ülkemizin çoğu yerinde olduğu gibi ilimizde de yola tükürme alışkanlığı yaygın.
Çoğumuz iğrensek de içimizden bazıları bunu yapıyor. Özellikle de kış
aylarında. Yollarda, kaldırımlarda, hatta cami avlularında söz konusu
çıkarımlara sıkça rastlıyoruz. Hele bizim okula çıkan ve “Balgamlı Yokuş” adını
verdiğimiz bir ara yol var ki sormayın. Düz yürürseniz basmamak imkânsız.
Yeşilay’ın
Kamyonu: Maliye Kavşağı’ndan Gazlıgöl’e doğru giderken, tren yolunun kenarına
yerleştirilmiş bir kamyon hemen dikkati çekiyor. Yeşile boyanmış, Türk
bayrakları ve rafyalarla süslenmiş bu kamyon, Yeşilay’ın sessiz bir gönüllüsü
gibi. Ön kısmında içki, sigara gibi zararlı alışkanlıklarla ilgili sloganlar
var. Her gün Uydukent’e, Gazlıgöl’e, Kayıhan’a, Eskişehir’e giden yüzlerce
yolcuya mesaj veriyor. Bence bu haliyle, Yeşilay konusunda verilen pek çok
konferans, seminer gibi çalışmalardan daha etkili. Gözlemimizi kamyonda bulunan
iki içten sloganla tamamlayalım:
“İnsan
sevdiğine içki, sigara ikram etmez.”
“Düşmanı
yendik ama tütünü yenemedik.”
BİSİKLET VE ÇEVRE
Afyonkarahisar’ın şehir içi trafiği sık sık gündeme gelir. Trafiği rahatlatmak için önemli bir adım da bisiklet kullanımını teşvik etmek ve yaygın hale getirmektir. Bisiklet havayı kirletmediği ve gürültü çıkarmadığı için çevre dostudur. Az yer kaplar ve park sorunu çok kolay giderilebilir. (Belediyenin caddelere koyduğu bisiklet parkları takdire değerdir.)
Afyonkarahisar şehir içinde her yere bisikletle ulaşmak mümkündür. Ufak tefek alışverişleri, fatura ödemelerini yapmaya bisiklet birebirdir.
Bisikletle dolaşmak, dinlenme ve stres atma açısından faydalıdır. Arabayla yapamayacağınız pek çok şeyi yapma imkânı bulursunuz. Bir tanıdığı görüp sohbet edebilir, gördüğünüz bir malı hemen durup inceleyebilirsiniz.
Bisikleti bir zevk ve yaşam tarzı haline getirmek için, öncelikle “Bisiklete binmek çocuk işidir.” veya “Bisiklete garibanlar biner .” gibi takıntılardan kurtulmak gerekir.
Afyonkarahisar şehir merkezinde bisiklet sürücülerinin kâbusu, şehir içi minibüsleri ve kamyonlardır. Bazı minibüsçüler, müşteri kapma hırsıyla, hatları yarış pisti gibi kullanmaktadır. Ansızın kulağınızın dibinden rüzgâr gibi geçen bir minibüs aynası içinizi ürpertir. Ben bunu defalarca yaşadım. Sürücülerimiz bisikletçilere genellikle hoşgörülü davranmıyor. Daha birkaç ay önce (26.10.2005), Akcin Köyü civarında, bir arabanın 95 metre sürükleyerek feci şekilde öldürdüğü, bisikletli Mevlüt amcanın haberini Sözcü’nün manşetinden okumuştuk. Bir süre önce valiliğimiz, ADUYBİM’e bir anket hazırlatmıştı. Bu ankette, “Bisikletler için özel parkurlar ister misiniz?” şeklinde bir soru vardı. Keşke bütün yollarda böyle güvenli parkurlar olsa da can korkusu yaşamasak.
Bisikletçilerimizin de mutlaka hataları vardır. Frensiz, zilsiz, ışıksız bisikletler, her zaman tehlike kaynağıdır. Yine kırmızı ışıkta geçmeler, ters yön gitmeler, sağa sola bakmadan yola fırlamalar, sıkça yapılan hatalardır. Bisikletin de trafik kurallarına uyması gerektiğini göz ardı etmemeliyiz.
Sonuç olarak bisikleti bir tutku haline getirerek trafiği rahatlatmak ve çevreyi daha yaşanılır kılmak mümkündür.
ÇED RAPORU NEDİR?
Hafta sonu, yerel gazetelerin çoğunda ortak bir haber vardı. Haberde, Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulacak olan, mermer atıklarını depolama tesisi için ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporuna gerek olmadığı yazıyordu. Bu yazımızda ÇED raporlarının konusu ve ne işe yaradığı ele alınacaktır.
ÇED, fabrika, tesis gibi bir proje hazırlanırken, kuruluş ve sonraki çalışma aşamalarında, çevreye yapacağı her türlü etkinin ve bu etkilerin doğuracağı sonuçların, önceden kestirilmesi işlemidir. Yani kurulan tesis havayı, suyu, toprağı ne ölçüde kirletecektir? Civardaki bitki ve hayvan türlerini olumsuz etkileyecek midir? İnsan sağlığına etkisi nedir? Tüm bunları bertaraf etmek için hangi tedbirler alınmalıdır?... gibi sorulara ışık tutar.
ÇED kavramını yasalarına ilk koyan ülke ABD olmuştur (1969). Ülkemizde 1983 yılında yürürlüğe giren, Çevre Koruma Kanunu ile uygulanmaya başlamıştır.
Bu rapor, on kadar aşamadan geçildikten sonra hazırlanır. Konu çok yönlü olduğu için jeolog, toprak bilimci, kimyager, biyolog, ekonomist, şehir planlamacısı hatta sosyolog gibi çeşitli alanlardan uzmanlara ihtiyaç duyulur. Eğer proje, çevre açısından büyük uyumsuzluklara sahipse alternatif projeler üzerinde de durulur.
ÇED raporları genellikle sayısal ve parasal verilerden oluşur. Fayda- zarar analizlerine dayanır. Ancak çevresel etkilerin pek çoğunu maddi olarak açıklamak zordur. Meselâ sağlıklı bir insanın değeri nedir? Ya da kirli bir gölde nesli tükenen, nadir bir ördek türü kaç Euro’luk kayıp sayılır?
Geçmişte pek çok tesis kurulurken, çevre unsuru göz önüne alınmamıştır. Gökova Körfezi’ni kirleten termik santral, ilimizdeki Eber Gölü’nün bu hâle gelmesi, yine çimento fabrikasının bugün şehrin ortasında kalması, ÇED raporlarının önemini açıkça ortaya koymaktadır.
Kaynak: Ahmet KOCATAŞ “Ekoloji-Çevre Biyolojisi” Ege Üniv. Yayını İzmir–1994
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder