YILANLARI ÖLDÜRMELİ MİYİZ?
Yılanlar insanların en çok korktukları, dolayısıyla haklarında efsane, masal ürettikleri canlılardır. İstisnasız, bütün toplumlarda yılan kötü kabul edilir. Bazı türlerin zehirli olmasından dolayı bütün yılanlara katliam uygulanır.
Yurdumuzda 47 yılan türü yaşamaktadır. Bunlardan ciddi derecede zehirli olanlar engereklerdir. Engereklerin üst çenelerinde bir çift şırınga gibi zehir dişi yer alır. Ülkemizde 8 tür engerek vardır. Engereklerin tamamı gece avlanır. Bu yüzden gece meydana gelen yılan sokmaları tehlikelidir. Gündüzleri ise kovuklarda, taş altlarında gizlenirler. Yani gündüz onlara rastlamamız çok zordur. Ayrıca yerleşim yerlerinden uzakta; genellikle dağlık alanların ağaçsız, taşlık kısımlarında yaşarlar. Unutmadan, daha birkaç yıl önce
Üç tane de yarı zehirli yılanımız vardır. Bunlar, çukur başlı yılan ve iki tür kedigözlü yılandır. Bu türlerin zehir dişleri, üst çenenin en gerisinde olup, ağızlarına aldıkları kertenkele, kuş gibi canlı avları zehirlemeye yarar. İnsanı ısırsalar bile bu dişlere ulaşmaz.
Bu 12 yılanın dışında kalan 35 tür tamamen zehirsizdir. Gündüz bahçelerde, kırlarda gördüğümüz uzun boylu, hızlı hareket eden yılanların insana hiçbir zararı yoktur. Darda kaldıklarında bunlar da ısırmaya çalışır. Isırsalar bile bu kedi tırmalamasından çok farklı değildir.

İnce yılan (Platyceps najadum) Tınaztepe Kasabası-Sinanpaşa/Afyonkarahisar.

İnce yılan (Platyceps najadum) Tınaztepe Kasabası-Sinanpaşa/Afyonkarahisar.
Yine dere kenarlarında ve göllerde yaşayan üç tür su yılanımız vardır. Kurbağa yemekten başka hiçbir günahı olmayan bu türler de haksız yere öldürülür.

Su yılanı (Natrix tessellata) Kırka Kasabası-Sinanpaşa/Afyonkarahisar.

Su yılanı (Natrix tessellata) Kırka Kasabası-Sinanpaşa/Afyonkarahisar.
Oysa yılanlar doğal dengede, insan için çok faydalı canlılardır. Tarım ürünlerine zarar veren çekirge, tarla faresi, kör fare gibi canlıları yiyerek onların aşırı çoğalmasını önlerler. Bunları yeraltında bile yakalayıp yerler. Tonlarca tarım ilacının yapamadığı işi, onlar ücretsiz hallederler. Aslında bir yılanı öldürmekle, çam ağacını kesmek arasında fark yoktur. Çünkü her ikisi de doğal dengeyi bozucu müdahaledir.
Siz de kırda, bayırda bir yılan görürseniz lütfen bu seferlik öldürmeyin. Bırakın kendi yoluna gitsin.
YURDUMUZUN EN BÜYÜK HAYVANLARI
Ülkemiz kıtalar arasında bir geçiş bölgesi olduğu için canlı türleri bakımından zengindir. Bu yazıda Türkiye’nin omurgalı hayvan türleri içinde en iri olanlarını tanıtmayı amaçladık. Şimdi balıklardan başlayarak bunlara göz atalım.
Yayın balığı: Tatlısu balıklarımızın sayısı 103 olup bunların içinde en irisi yayındır. Uygun ortamlarda boyu 5m., ağırlığı 300 kg. olabilir.Akarsu ve göllerin çamurlu zeminlerinde yaşar. Etçil olup ıstakoz, balık, ördek yavrusu vb. ile beslenir.
Ova kurbağası: Bildiğimiz su kurbağası olan bu türün dişileri daha iridir. Doğu Anadolu’da yaşayan bazı dişi örneklerin boyu 15 cm. yi geçer. Trakya’da sulak alanlardan toplanarak Avrupa ülkelerine ihraç edilir.
Çorba kaplumbağası: Ülkemizdeki 8 kaplumbağa türünün en büyüğü olup Akdeniz’de yaşar. Kabuk uzunluğu 140 cm., ağırlığı 425 kg. kadar olabilir. Eti için bazı yerlerde avlanır. Batı ülkelerinde çorbası makbuldür. Mersin, Hatay gibi illerimizin sahillerine yumurta bırakır.
Dev kertenkele-varan: 45 kertenkele türümüz içinde en heybetlisidir. Erginlerinin boyu 130 cm. yi bulur. Küçük bir timsahı andırır. Esas olarak bir çöl hayvanı olan varan, Şanlıurfa ilimizin Suriye sınırına yakın kısımlarında da yaşar. Ceylanpınar ve Birecik’ten yakalanmış örnekleri vardır.
Karayılan: Türkiye yılanları içinde en büyüğü, daha doğrusu en uzunu karayılandır. Erginlerinin boyu 2 metreyi bulur. Zehirsizdir. Diğer zehirsiz yılanlarımız gibi yok yere öldürülür. Ülkemizin güney kısımlarında yaşar.
Sessiz kuğu: Kuş türlerimizin sayısı 380’den fazladır. Bunlar içinde uzunluk rekoru sessiz kuğunundur. Boyları 152 cm. kadardır. Uzun ve kalın olan boynu S gibi kıvrıktır. Renkleri kar beyazı, gagaları kırmızıdır. Besinlerini sucul bitki ve hayvanlar oluşturur. Batı ve Orta Anadolu’nun bazı kısımlarında yaşar.
Yuvarlak başlı yunus: Denizlerimizde yaşayan üç yunus türünden biridir. Boyları 4 metre, ağırlıkları 400 kg. kadardır. 10 ile 100 fertten oluşan sürüler halinde yaşar. Balıklarla beslenir.
Kara memelilerimiz içinde en büyük tür kızılgeyiktir. Boyu 265 cm. ağırlığı 200 kg. kadardır. Afyonkarahisar’daki geyikler de bu türdendir.
YURDUMUZUN EN KÜÇÜK HAYVANLARI
Dişli Sazancık: Dişli sazancıklar, tatlısularda yaşayan en küçük balıklardır. Anadolu’da 5 türü olan bu balıkların en küçüğü de sadece Burdur Gölü’nde yaşayan türdür. Bunun erkekleri en fazla 36 mm, dişileri ise ancak 25 mm kadar olabilir. Acıgöl’e dökülen kaynak sularında, başka bir dişli sazancık yaşar.
Kırmızılı Kurbağa: Yurdumuzdaki kurbağa türlerinin en küçüğüdür. Boyu 50 mm’ yi geçmez. Erkekleri daha küçüktür. Karın tarafında kırmızı lekeler bulunur. Korkutulduğunda ters dönerek ölü taklidi yapar. Yurdumuzda Sapanca Gölü ve Trakya’da yaşar.
Benekli Kaplumbağa: Bir tatlısu kaplumbağasıdır. Derisi sarı beneklerle kaplıdır. Kabuk uzunluğu 19 cm kadardır. Akarsu ve göllerde yaşar. Çeşitli sucul hayvanlarla beslenir. Yurdumuzda yaygın olarak bulunur.
İnce Kertenkele: Narin bir yapısı vardır. Bacakları çok incedir. Bu yüzden yılan gibi kıvrılarak hareket eder. İlk anda bir yılan yavrusu zannedilebilir. Boyu 10 cm kadardır. Ormanlık alanları tercih eder.
Kör Yılan: Taşlar altında gizli bir hayat süren kör yılan, bir solucan görünümündedir. Dikkatli bakıldığında, vücudunun halkasız oluşu, ağzı ve nokta şeklindeki minik gözleriyle solucan olmadığı anlaşılır. Zehirsizdir. Taşlar altındaki karınca ve benzeri küçük canlıları yer. Yurdumuzda Akdeniz ikliminin hâkim olduğu yerlerde yaşar.
Çalıkuşu: Ülkemizde yaşayan en minik kuş, çalıkuşudur. Bunların boyları ancak 9 cm kadar olur. Ormanlık alanlarda, park ve bahçelerde yaşar. Böcek larvaları ve tohumlarla beslenir. Yerli kuşlarımızdandır.
Etrüsk Sivrifaresi: Böcekçil memelilerden olan bu tür, hem ülkemizin hem de dünyanın en küçük memelisidir. Boyu ancak 4 cm, ağırlığı da 2 gr kadar olur. Böceklerle beslense de her böceğe kafa tutamayacak kadar küçüktür. Bahçelerde, ormanlarda yaşar. Ülkemizde Bolu, Nallıhan ve Sakarya’dan bilinmektedir. İlimizin Emirdağ taraflarında da yaşıyor olabilir.
Büyüğüyle, küçüğüyle bütün canlılarımız, ülkemizin birer zenginliğidir.
YURT DIŞINA KAÇIRILAN TÜRLERİMİZ
Ülkemiz coğrafi konumu nedeniyle siyasal alanda olduğu gibi, canlı türleriyle de yabancıların ilgisini çekmektedir. Vaktiyle Bergama’daki koskoca Zeus Sunağı’nı aşırmayı başaran Avrupalılar, fırsat buldukça canlı türlerimize de aynı açgözlülükle yaklaşmaktadır. Bunu yaparken de Türkiye’deki yasal boşluklardan ya da ilgisizlikten yararlanıyorlar. Bu yazımızda ekonomik değeri nedeniyle yurt dışına kaçırılan bazı bitki ve hayvanlarımıza örnekler vereceğiz.
Soğanlı bitkilerimizden kardelen, lale ve orkide türleri bir dönem yoğun olarak yurt dışına kaçırılmıştır. Süs bitkisi veya gıda maddesi olarak kullanılan bu türler tabiatta tükenme noktasına gelince duruma el konulmuştur. Son yıllarda bilim adamlarımız bu türleri, kültüre alarak yetiştirme ve ihraç etmeye yönelik çalışmalar yapıyorlar. Afyon çevresinde orkidelere “köpek soğanı” deniyor. Bazı vatandaşlarımız bunların yumrularını toplayıp, Burdur-Bucak’tan gelen alıcılara satıyorlar.
Doğadan sökülerek ihraç edilen türlerimizden sarkık tükrük otu (Ornithogalum nutans).
İnceler Kasabası-Bozkurt/Denizli.
Doğadan sökülerek ihraç edilen türlerimizden sarkık tükrük otu (Ornithogalum nutans).
İnceler Kasabası-Bozkurt/Denizli.
Hopa engereği yurdumuzda sadece Hopa civarında yaşayan zehirli bir yılandır. Derilerinin değerli olmasından dolayı yabancı turistler ve aracılar yardımıyla yurt dışına kaçırılmıştır. Konu basına yansımış ve Türkiye 1989 yılında Avrupa Konseyi tarafından, bakanlık düzeyinde uyarılmıştır.
Yine Baran engereği denilen ve Eskişehir civarında nadiren görülen bir yılan türüne ait üç örnek, 1994 yılında kaçırılırken Kapıkule Gümrüğü’nde yakalanmıştır. Bu yılanlara da el konulmuştur.
Apollo kelebekleri, dağlık kesimlerde yaşayan ve çok ender rastlanan türlerdir. Bursa-Uludağ’da vardır. (İlimizdeki Sultandağları’nda da tespit edilmiştir.) Bu yüzden dışarıdan gelen kelebek koleksiyoncuları tarafından toplanıp götürülmektedir.
Bombus arıları seracılıkta kullanılan tüylü bir arı çeşididir. Belçika ve Hollanda gibi ülkeler, yakın geçmişte ülkemizden bolca bu arılardan götürmüşler; laboratuarda ürettiklerini iddia eden bazı firmalar da buna aracı olmuştur. Aslında bu arılar Muğla’nın köylerinden para karşılığında toplatılmıştır. Yetkililer bu talana son vermiştir.
Kaçırılan türlerimize genellikle uzmanlık alanlarına giren bilim adamları sahip çıkmaktadır. Oysa bu konuda hepimiz duyarlı olmalıyız. Benzeri bir durumla karşılaştığımızda da yetkilileri uyarmamız gerekir.
TOROS SEDİRİ
Geçtiğimiz hafta Orman Haftasıydı. Ormanlarımızı korumak için fidan dikmek kadar, var olan ağaç türlerimizi tanımak da önemlidir. Bu yazımızda, ilimiz ormanlarının “az ama değerli” bir kısmını oluşturan Toros sedirinden bahsedeceğiz.
Sedir ağacı, çam, köknar, ladin gibi açık tohumlu bitkilerdendir. Yaprakları iğne şeklindedir. Oldukça büyük olan kozalakları, silindir biçimlidir ve dik durur. Boyları 30-40 m kadardır. Güzel kokulu ve dayanıklı olan odunları oldukça değerlidir. Antik çağlarda gemi yapımında kullanılmışlardır. Sedirin bir adı da katran ağacıdır. Gövdeleri yaralanarak reçinesi toplanır ve bundan katran elde edilir. Dört tür olan sedirin ülkemizde tek türü bulunur ve genellikle Akdeniz Bölgesi’nde, Toroslarda yaygındır. Buradan Lübnan’a kadar uzanır. Lübnan bayrağını süsleyen ağaç sedirdir.
Afyonkarahisar’da üç dağda adacıklar halinde sedir ormanları vardır. Bunlar Emirdağları, Sultandağı ve Ahır Dağı’dır.
İlimizde sedirin en iyi bilindiği yer, Emirdağ ilçemizin 30 km güneydoğusunda bulunan Dandindere’dir. Burası sedirin, Batı Anadolu’da en kuzeyde olduğu ve step zonuna en çok sokulduğu yerdir. Bilimsel olarak değer taşıdığı için 1984 yılında, “Dandindere Tabiatı Koruma Alanı” olarak belirlenmiştir. Burada sedirler 1500 rakımlı sırtta ve aşağıda dere boyunca uzanan 260 hektarlık bir alanda bulunurlar. Alanın etrafı dikenli tellerle çevrilmiştir. Dandindere’de sedirden başka, ardıç, meşe gibi çeşitli ağaç türleriyle çok sayıda yaban hayvanı da yaşar.
Sultandağları’nda sedirler, Dort Deresi’nde, Çay Deresi’nin vadi yamaçlarında ve Deresenek Kasabası’nın güneyindeki yamaçlarda yayılış gösterirler. Ahır Dağı’nda ise Karapınar Köyü civarında küçük topluluklar halinde korunabilmiştir.
Sedir gibi milyonlarca yıldan beri yurdumuzda yaşayarak, adeta demirbaş olmuş tüm bitki ve hayvan türlerimizi korumalıyız.
İlimizin Kaybedilmiş Bir Zenginliği–1:
YABAN KOYUNU
Yabani hayvanlarımız, kaçak avcılık ve yaşam alanlarının daraltılması nedeniyle hızla yok olmaktadır. Bunlardan biri de artık Afyonkarahisar’da soyu tükenmiş olan yaban koyunudur.
Yaban koyunlarının, boyları 175 cm, ağırlıkları 70 kg kadar olabilir. Dişiler daha küçüktür. Erkeklerde geriye doğru kıvrık, oldukça büyük boynuzlar ve göğüslerinde yele bulunur. 1000–1700 metreler arasında, engebeli, sarp kayalıklarda, derin vadilerde yaşarlar. Yurdumuzda biri İç Anadolu’da, diğeri Doğu Anadolu’da yaşayan iki alttürü vardır. Doğudakiler, dişilerinde bulunan kısa, küt boynuzlarla diğer ırktan ayırt edilirler.
Orta Anadolu’daki ırka “Anadolu yaban koyunu” denilir. Bu ırk eskiden geniş bir alanda yaşamaktaydı. 1957 yılına kadar Nallıhan ve Sarıyar Barajı Vadisi, Mihalıççık’tan Sivrihisar’ın güneydoğusuna kadar olan yerlerde yaşamıştır. Yine 1945 yılına kadar Afyonkarahisar-Konya arasında uzanan Emirdağları’nda yaşadığı bilinmektedir. Bu hayvanın İscehisar civarında da yaşadığı ilçemiz yerlilerince (emekli öğretmen Ekrem BARLAK) söyleniyor. Daha doğuda, Karaman ve Bolkar Dağları’nda 1963 yılına kadar görülmüşlerdir. Anadolu yaban koyunu, bugün sadece Konya’nın doğusundaki Bozdağ’da koruma altına alınıştır. 1966 yılında 40 kadar yabani koyun korumaya alınmış ve günümüzde sayıları 500’e ulaşmıştır.
Doğu Anadolu’daki yaban koyunları ise Aras Vadisi’nden, Hakkâri’ye kadar geniş bir alanda yaşamışlarsa da günümüzde daha çok Van civarında görülürler. Bu ırktan koyunlar, Türkiye ile İran arasında düzenli olarak göç ederler. Kışı İran’da geçirir, mart ayında belirli vadilerden yurdumuza girerler. Dişiler mayısta, derin vadilerde yavrular. Kasım sonunda sürüler halinde ülkemizi terk ederler.
Artık Emirdağları’nda yaban koyunlarının izi kesilmiş, erkeklerinin güçlü tos vurmaları, kuzularının melemeleri duyulmaz olmuştur.
Kaynak: Ali DEMİRSOY “Yaşamın Temel Kuralları cilt:3 kısım:2 Omurgalılar.”
İlimizin Kaybedilmiş Bir Zenginliği–2:
YABAN KEÇİSİ
Yaban koyunu gibi yakın geçmişte, ilimizde ortadan kalkmış bir diğer hayvan da yaban keçisidir.
Yaban keçilerinin boyları 130–180 cm, ağırlıkları 50–85 kg kadardır. Renkleri kızıl-kahverengi arası olup yazın daha koyudur. Erkeklerde siyah şeritler ve sakal bulunur. Ayrıca erkeklerin geriye doğru hançer gibi kıvrılan ve150 cm kadar olabilen heybetli boynuzları vardır. Dişilerin boynuzları küçük olup en fazla 28 cm boyunda olur.
Yurdumuzda 3000 metre rakıma kadar olan dağlarda yaşarlar. Genellikle ulaşılması güç, bodur çalılarla kaplı, sarp kayalıkları tercih ederler. Yaşlı bir dişinin liderlik ettiği sürüler halinde dolaşırlar.
Anadolu’da en batıda Datça Yarımadası’ndan başlayarak, Batı, Orta, Doğu ve Güneydoğu Toroslarda yaşamışlardır. Ancak günümüzde çoğu yerde ortadan kalkmıştır. Batı Anadolu’da en kuzeyde yaşadığı yer Maymun Dağı’dır. Bu dağ, Dazkırı ilçemizle Denizli’nin Çardak ilçesi arasında uzanır. Yaban keçileri, Maymun Dağı’nda 1970’lere kadar görülmüşlerdir. Dazkırı ilçemizin, Maymun Dağı’na yakın olan Sarıkavak, İdris, Hisaralan gibi köylerinde, yaban keçisi biliniyor olsa gerektir.
Yaban keçisi geçmişte, Maymun Dağının 15 km güneybatısında bulunan İnceler Kasabası’nın (Denizli) dağlarında da yaşamıştır. Bu hayvanı gençliğinde avlamış olan Osman DANGIÇ, hâlâ hayattadır. Günümüzde yaban keçisinin en iyi bilindiği yer, Antalya-Düzlerçamı’dır. Burada alageyikle beraber koruma altına alınmıştır. Düzlerçamı’nda av işletmeciliği de yapılmakta olup sayıları arttıkça, yabancı turistlere döviz karşılığında avlatılmaktadır. Torosların en heybetli olduğu Adana’nın Pozantı ilçesinde de yaşar. Burada bir dinlenme tesisinde, doldurulmuş iki yaban keçisi vardır.
Son zamanlarda bazı dağlara, yeniden yaban keçisi salınıyor. Maymun Dağı’na bitişik olan Beşparmak Dağı’na da bırakılmıştır. Belki de ilerde sayıları artar ve Maymun Dağı’nın sarp sırtlarından Acıgöl’ü seyrederler…
Kaynak: Ali DEMİRSOY “Yaşamın Temel Kuralları cilt:3 kısım:2 Omurgalılar.”
ZEHİRLİ VE ZEHİRSİZ MANTARLAR
Şapkalı mantarlar kırlarda, dere kenarlarında hatta ağaçlar üzerinde yaşayan canlılardır. Mantarlara en çok ilk ve sonbahar yağmurlarından sonra rastlarız. Ilık geçen kış günlerinde de bazı türler gelişebilir.
Yenilebilen mantarların besin değeri yüksektir. Çoğu kez et kadar değerli tutulurlar. Mantarların tatları hoş ve sindirimleri kolaydır. Vitamin ve mineral bakımından da sebzelerle boy ölçüşürler.
Dünyadaki 4000 şapkalı mantardan 40 kadarı ciddi derecede zehirlidir. Zehirli mantarları tanımanın belirli bir yöntemi yoktur. Bunu ancak uzmanları yapabilir. Bilinen en zehirli mantar Amanita verna türüdür. Saf beyaz renkte olduğu için buna “öldürücü melek” ismi verilmiştir. Oysa aynı cinsten kral mantarı denilen tür zehirsizdir ve Roma imparatoru Nöron’un buna çok düşkün olduğu kaydedilmiştir.
Mantar zehri böbreklerde, karaciğerde, sindirim sisteminde ciddi tahribatlar yapar. Yenilen mantarın türüne göre dokuz kadar zehirlenme şekli görülür. Önce bir durgun (latent) dönem yaşanır. Bu en erken 8 saat, en geç 17 gün sürer. Bundan sonra zehirlenme belirtileri ortaya çıkar. Şiddetli ağrı, gözlerde yaşarma, kusma, sayıklama gibi belirtiler görülür. Hasta nihayet komaya girerek ölür. Mantar zehirlenmelerinde ölüm oranı %60 ile %100 arasıdır. Ancak az yeme halinde ölümden kurtuluş ümidi vardır.
Zafer Ormanı'ndan bir yıldız mantarı (Merkez/Afyonkarahisar).
Zafer Ormanı'ndan bir yıldız mantarı (Merkez/Afyonkarahisar).
Her yıl ülkemizde mantar zehirlenmesinden ölüm haberlerini duyarız. Genellikle yiyen ailenin tümü ölmektedir. Bu yüzden doğadan mantar toplarken çok dikkatli olmak gerekir. Bir dere kenarında görüp, iştahımızı kabartan mantarlar sonumuz olabilir. Zehirli olmadığı kesinlikle bilinen kavak mantarı, kuzugöbeği (Afyonkarahisar’da buna göbelek denir.) gibi mantarlar toplanmalıdır. En iyisi canımız mantar çektiğinde kültür mantarı alıp yemeliyiz. Zaten kültür mantarının besin değeri, birçok yabani türden yüksektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder